“Korkunun
birçok gözü vardır
Ve yeraltındaki şeyleri görebilir” ( Miguel
de Cervantes, Don Kişot)
Zygmunt Baumann
Akışkan Korku kitabında korkunun en fazla;
yaygın, dağınık, belirsiz, bağlantısız, gayrı sabit, gezici olduğunda,
açık bir adresi ya da nedeni olmadığında, bize görünmeyen bir nedenle musallat
olduğunda, korkmamız gereken tehdit her yerde belirip hiçbir yerde görünmediğinde
korkunç olduğunu söyler. Bu nedenle korku” belirsizliğimize, tehdide ve -bunu
durdurmak için ne yapılıp ne
yapılamayacağına dair- bilgisizliğimize verdiğimiz addır.[1] Anne
Dufourmantalle ise Riske Övgü
kitabında, korkuların çocukluğumuzda
başlayan bir dava ve dehşetlerimizin icat edildiği yer olduğunu söylerken, korkularımızın müstakbel hayretimizin yüzü
ve her yaratımımızın başlangıcı olduğunun altını çizer.[2]
Belirsizliğin
bize akran olduğu çocukluk çağında edindiğimiz
korkuları - ilerleyen yıllarda bilgi ve
kesinliğe uzanan deneyimler elde etsek de - sendeleme anlarında, gezdirdiğimiz çocukluk eşyaları gibi
ceplerimizden dökülür. Zaten büyümek tek başına bize yetmemektedir, biliriz ki
korku da içimizde kendi yaşamını sürdürüp büyümektedir ve çoğu zaman bizden birkaç
beden büyüktür. Onu çoğu zaman ölümlüğümüzün ve kırılganlığımızın bilgisini
kemirirken görürüz. Kötülük düşüncesi, bize dokunacak muhtemel zararların
kuşkusu ve bizim bunlara karşı göstereceğimiz direncin güvenilmezliği,
içimizdeki boşluklarda çoğalır.
Bu çoğalma tahammül eşiğimizi zorladığında, ya düşünce ve eylemlerle uzaklaşmayı seçerek
kendimize zaman tanımak isteriz ya da dikkatimizi korkuya çevirip, onun dolaşım halindeki varlığını, ruhumuzda ve
bedenimizde rağbet ettiği şeyi görmeye çalışırız. Walter Benjamin,Theodor Adorno’ya yazdığı bir mektupta, Fransız
filozof Nicolas Malebranche’a ait bir
ifade olan “ ruhun doğal duası olarak dikkatlilik”ten bahseder.[3]
Dikkatle gelen farketmenin kurtarıcı tarafları vardır: Ayırt edici
taraflarımızı uyandırarak bizi bir çeşit çürümeden korur. Temennimiz, dikkatin
duasını ederek bu kasvetli önseziyi
günlük gerçeklik haline sokan endişeye cevap vermektir.[4]
Bu cevap verme yollarından birisi de, edebiyattır. Böyle
zamanlarda, ben edebiyatı felakete maruz kalmış bir ruh için emniyeti ve diğerlerini
aradığı toplanma alanı olarak görüyorum. Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası kitabında düşleyenin yakınındaki nesneden kaçıp başka
bir yerin mekânında bulunduğunu söyler. Bu alana geldiğimizde artık başka bir
yerde, başka bir yerin mekânındayızdır.[5] Ve bu mekânın bir özelliği vardır, buradaki
görüntüyü belirleyen duygu, düşünce ne
olursa olsun, poetik olarak ifade edilince yumuşar ve hafifler: karanlık tonlara
ayrılıyordur, kış gerçekte olduğundan daha az çetindir, ıssız bir ev daha az
yalnızlık hissi verir, kanayan bir diz daha az kan kaybetmektedir. Bu mekânda insanın poetik yazgısı
Baudelaire’in dediği gibi, içindeki uçsuz bucaksızlığa ayna olmaksa, bu
toplanma alanı bizden öncekilerin, ya da çağdaşlarımızın panik içindeyken
koştuğu, soluklandığı, anlattıklarını kayda geçirerek ölümün ve unutmanın
keskinliğini azalttıkları, ölçekleri gizemini koruyan bir ikinci dünyadır.
Buraya gelenlerin zanaatı bellidir. Korkudan kaçmakla
onu göğüslemek arasına siperler oluşturan kullanışlı tanım elbiseleri dikmek. Tanımlayamadığımız
şeyler bize gücümüzü aştıkları hissi verir. İyi ya da kötü hepsindeki kudret
bizi rahatsız ederken kendisine doğru çeker. Tanımlarken adeta o müphem kudreti
bir giyinme odasına çağırır ve onu ehlileştirmek için ona türlü biçimler teklif
ederiz. Bu gerçekleşmeye başladığında tanımın bol gelmesi, sıkması,
düşündüğümüzden güzel olması ya da daha fazla provayla güzelleşebileceği
düşünceleri arasında zanaatımız gelişir. Korku ile edebiyata sığınanlar,
hacmini kestiremedikleri karanlığı kendi atölyelerinde biçimlere sokmayı
denerler. Bazen gözlerini bile açmaya çekindikleri ânları bu çeşit bir teşebbüs
ile bir defilede seyretmek ve seyrettirmek isterler. Dilekleri odur ki, diğer
katılımcı ve izleyicilerle, benzerlikleri, zıtlıkları, alternatifleri görmenin
paydaşlığı, belirsizliğin çıplak omuzlarını ürpertiden korumuş olsun.
Bu alanda en iyi zanaatkârlardan birisi olan Sırp asıllı
yazar Milorad Paviç, Thanassis Lallas ile yaptığı (benim de Lallas ile yaptığım
bir yazışma sonrasında bir edebiyat dergisi için çevirdiğim) röportajda, Balkan
edebiyatına kattığı sıra dışı biçim denemelerinin, gerçekle fantezi arasında
ustalıkla eriyen dilinin arka bahçesini aralar. Onu kendi en iyisine
yaklaştıran şeyin korkularına yaklaşmak ve onun yönlendirdiği taşkınlıktan
geçmek olduğunu ifade eder, gerçeğe edebiyat üzerinden meydan okurken keşfedilmemiş
bir diyarda sınırı aştığını hisseder. İç topraklarını bu meydan okumanın ardına
kattığı söz orduları ile genişletir. Çünkü “Bir hakikati ortaya çıkarmak istediğinde
onu kişiye ancak düşmanı gösterebilir.” [6]
Anne Dufourmantalle’in bahsettiği müstakbel
hayretimizin yüzü ve her yaratımımızın başlangıcı olan korku ilk kez Paviç’i
çocukluğunun geçtiği evde yakalar. “ Yaratım ve korku arasındaki bağlantıyı şu
cümlelerle özetler Paviç: “ Çocukken gece
yarısı evin boş olmasından korkardım. Büyüdüğüm evin - size dün gösterdim, arka
bahçesinden korkardım, özellikle de ışıklar kapanınca. Belki bu, romanlarımı
niçin bir ev yapar gibi inşa etmeye çalıştığımı açıklar. Belki sürekli var olan ve üstesinden gelmeye çalıştığım, bu boş ev
korkusu yüzünden romanlarımı bir ev gibi inşa etmeye çalıştım. Rüzgârın
Tersi romanımın iki girişi ve bir iç bahçesi var mesela. Hazar sözlüğü,
insanları birçok giriş ve çıkışıyla şok eden devasa bir ev. Her yerde kapılar
var. Eve girişleriniz veya evden çıkışlarınız arzularınıza bağlıdır.”[7]
Paviç’in soy ağacına bakarsak, ilk Paviç, 18.yüzyılda
şiirlerini yayınlamış ve o zamandan bu yana, her kuşakta en az bir yazar, şair
bulunmuş ve çoğunun eserleri Avrupa’nın seçkin kütüphanelerinde yerini
almıştır. Çocuk Milorad Paviç, Belgrad’da amcası şair Nikola Paviç’in şiirleri,
sözlü Sırp edebiyatı, kilise vaazları, Bizans kültür ve geleneği ile beslenerek
büyümüştür. Edebiyat tarihçisi olarak üniversitede dersler vermiş, çeviriler
yapmış, şiir, eleştiri ve romanlar yazmış, yazdıkları otuzdan fazla dile
çevrilmiş, Nobel’e aday gösterilmiştir. “Milorad” Sırpçada “sevilen” anlamına
gelse de (kendi ifadesiyle) en az sevilen milletin en çok bilinen yazarı olma noktasına, ülkesinde gördüğü
siyasi baskılar nedeniyle oldukça geç erişmiştir. Eserlerinin yayınlanmadığı dönemde
de acılaşmaktan yazmakla korunduğunu
anlatır aynı röportajda.
Yıllar kendisine farklı alanlarda çokça değişim ve unvan
getirse de kendi ifadesi ile tüm bu süreçte korkusu hiç yaşlanmamıştır. Ruhun
duası dikkatlilik, bu ifadesinde de kendine anlamlı bir karşılık bulur. Burada
Paviç’in gözlemciliğinin ayırt edici yanı, gözlemlemeye önce kendi görme
biçimlerinden başlamış olmasıdır. Kendi görme biçimlerini analiz eden, şeyleri algılarken ne zaman teleskop, ne
zaman ayna, ne zaman hile, ne zaman dürbün kullandığını bilir. Bu hâkimiyet
önce anlatma korkusunu yener. Kendini bilme dürüstlüğü anlatma dürüstlüğü
getirir. Korkunun karşısına çoğu zaman cesareti koyarız. Bu kavrama biraz daha yakından
bakarsak , içinde basiretin olmadığı cesaretin ancak irtifa kaybına neden
olabileceğini görebiliriz. Paviç, yazma cesaretini gözlemle ve kavrayışla gelen basiretinden almıştır.
Ondaki edebi deha korku ile birleşince onu edebi hiper
metin tezgâhında harikalar yaratan bir zanaatkâr
haline getirmiştir. Okur tüm metinlerde önemli bir figürdür, metni açar,
bağlantıları kovalar, arzularının peşine düşer, okuma zevkine göre tercihler
yapar, bulmacaları çözer, eserlerin iki yakasını bir araya getirirken kendi
kaderinden pay alır. Bilgisayar
ekranlarında ya da elektronik cihazlarda farklı içerikler sunan gelişmiş
özelliklere sahip hiper metin belgeler gibi,
eserlerine geçiş noktaları, giriş çıkışlar, işaretler koymuş, bölümler arasında alternatifli ve özgün
bağlantılar kurarak okuru da metni de belli bir tahakkümden kurtarmak
istemiştir.
Kendisi de bir üstkurmaca yazarı olan Robert Coover, 21 Temmuz 1992’de, The New York Times için
yazdığı “Kitapların Sonu” adlı makalesinde Paviç’in 21.Yüzyılda, teknoloji çağının heyecanlı eşiğinde,
romanda özgün formun babası Cervantes’i
yeniden kucakladığını, yüzyılın ve geleceğin okurlarının okuma biçimlerine öncülük yaptığını vurgulayarak ona hakkını
teslim eder. [8] Borges ve Cortázar ile birlikte Paviç,
doğrusal olmayan anlatılarda büyük bir deneycidir ve tarihî olaylar, efsanevi hikâyeler,
benzetmeler, anekdotlar ve tuhaf Balkan büyüsüyle dolu yoğun düzyazı
labirentleri yaratmıştır. [9]
Paul Valery’nin, inşa eden önce kendisini inşa eder
sözü, Paviç’in çocukluk evinde yaptığı restorasyonu, ek yapıları, peyzaj çalışmaları
ile birlikte düşünüldüğünde, insanın kendine özgü gerçeğinin bu ikinci dünyada yansırken
ne kadar çeşitli, renkli ve dönüştürücü
olduğunu gözler önüne sermektedir:
“Zamirler Tanrı, eylemler insan içindir.”[10]
O, edebiyat eylemi içinde Hazarların din değiştirme konusunu üç semavi dinin
bakış açısıyla ele aldığı, 100.000 kelimelik sözlük romanı Hazar Sözlüğü’nü yazdı. Çayla Boyalı Tablo romanında şifreli bir
bulmaca- roman yazarak, okuru soldan sağa ve yukarıdan aşağıya okumaya
yönlendirip, kitabın kahramanıyla aşk
yaşayabileceği sıra dışı bir okuma serüvenine çağırdı. Bir delta roman olan Eşsiz Parça- Mavi Kitap’ta 100 alternatif son ile aşkın ve suçun
yüz ayrı halini tecrübe etmeyi mümkün hale getirdi. İstanbul’da Son Aşk romanında tarot kartlarıyla ilerleyen bir tarot
roman, Rüzgârın Tersi ile birbirlerinin
hikâyesini baş aşağı yakalayan karakterlerin bağlantılarının kurulduğu bir kum
saati romanı yazdı. İkinci Beden’de
iki ayrı yüzyılda yaşayan iki çiftin ikinci bedenlerini arayışlarının izini sürerken Sonsuza Kadar ve Bir Gün adlı menü
şeklinde tasarlanan oyununda üç başlangıç , üç bitiş, tatlılar ve ana yemeğin
olduğubir oyun yazdı. Birbirleriyle
alternatifli birleşebilen tüm bölümlerin kaderini okur, seyirci, tiyatro topluluğu
ve yönetmene bıraktı. Rus Tazısı’nda
romanda yaptığı biçim ve anlatım oyunlarını yoğunlaştırılmış halde öykülerinde
sergiledi. Birbiri ile gizli ilişki içinde olan iki öyküsünü de okurun
araştırma yetisine bıraktı. Bu öykülerde birinde sorulan soruyu diğerinde
cevapladı bu bu cevap on yedinci öykü olarak kitabın mutlu kâşifine armağanı
oldu. Ebedi mavi boyanın arandığı Bizans Mavisi, Dragan Marinković’in
yapımcılığını 1993’te üstlendiği bir filme dönüştü. Tüm bunların yanısıra
Agatha’nın Mektupları, Cam Salyangoz, Şam gibi interaktif çalışmalar yaptı. Palimpsestler[11]
ve Ay Taşı adındaki şiir kitaplarıyla
atalarından gelen şiir damarını da dolaşıma katmayı ihmal etmedi.
Carl Gustav Jung‘un kendisi için söylediklerini Paviç için de düşünürsek,
Paviç’in yaşamı bir anlamda yazdıklarının
özünü oluşturuyordu. Kişiliği ve yazma biçimi bir bütündü. Kişiliği, yazdığı
her şey, içsel bir zorunluluğun sonucuydu. Kaynakları kaderinde olan bir
zorlama. Yazdıkları ona içinden saldıran şeylerdi. Onu harekete geçiren ruhun
konuşmasına izin verdi. [12]
“Eğer algının kapıları temizlenseydi her şey insana
olduğu gibi görünürdü, sonsuz” diyordu Blake. Paviç, bir çocuğun gecenin karanlığında
bir evin kapısını aralamasıyla bir yetişkinin algının kapılarını temizlemesi
arasındaki korkunç benzerliği yan yana gördü. Böylece, korkuları eliyle ardına
kadar araladığı kapıdan her şeyi sonsuzun dilinden, aslına ne kadar sadık kaldığını
tam olarak bilmeden, edebiyat için tercüme
etti.
Ve nihayetinde 30
Kasım 2009’da dünyaya veda ettiğinde, eşi Jasmina Mihajloviç, onun tüm solucan
deliklerinden geçerek anlatmaktan geri durmadığı zamanı nereden yakaladığını, ölüm ilanında yine onun şiirinden alınan bir son söz ile duyurdu:
“Milorad Paviç, ‘Ânı, ruh ve beden eşit olduğunda yakaladı.’”
NOTLAR
[1]
Zygmund Bauman, Akışkan Korku, s: 8 Ayrıntı Yayınları, 2020
[2]
Anne Dufourmantelle, Riske Övgü, s.67, Kolektif Kitap, 2019
[3]
James Wood, Hayatın En Yakın Benzeri, s:68, Can Yayınları, 2018
[4]
Zygmund Bauman, Akışkan Korku, s: 162, Ayrıntı Yayınları, 2020
[5]
Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, s:223, İthaki Yayınları, 2013
[6]
Milorad Paviç, Eşsiz Parça- Mavi Kitap, s:83, Ketebe Yayınları, 2021
[7]
Yokuş Yol’a Kültür Edebiyat Düşünce Dergisi, s: 32, Ekim 2015
[8]
Robert Coover, ” End Of The Books”, The
New York Times, 1992. Erişim: https://archive.nytimes.com/www.nytimes.com/books/98/09/27/specials/coover-end.html
[9]
Erişim: https://www.khazars.com/index.php/en/catalog/i-grupa/landscape-painted-with-tea.html
[10]
Milorad Paviç, Hazar Sözlüğü, s:102, Kırmızı Yayınları, 2011
[11]
Eski zamanda üzerindeki yazı silinerek yeniden başka yazı yazılmış parşömene
verilen isim.
[12]
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, s:7, Metis Yayınları, 2020